31 Aralık 2010 Cuma

Evde smiley beslemek

(:

Geçenlerde eve giderken yol kenarında, karanlık bir köşede tirtir titreyen 4 tane smiley gördüm. Çok ürkek halleri vardı. Hava soğuk ve yağmurluydu. Belli ki açlardı ve üşümüşlerdi. Kim bilir hangi mesene penceresinden kaçıp gelmişlerdi, hangi saçma diyalogtan fırlamışlardı. Sonra acıdım ve onları alıp eve götürdüm.

Bir şeyler yiyip içtikten sonra kendilerine geldiler ve oynamaya başladılar. Yalnız içlerinden bir tanesi habire somurtup duruyor ve çekingen davranıyordu. Bir diğeri ise sürekli öfkeli bir halde diğerlerine kızıyordu. Üçüncüsü tam bir salaktı ve çok aptal bir sırıtışa sahipti. Sonuncusu ise çok sevimli ve tatlı bi şeydi. Ne olursa olsun suratından gülümseme eksik olmuyordu. (gerçi zaten bunların suratından başka bir şeyleri yoktu ya neyse) Ben de onları oldukları gibi kabul ettim. değiştirmeye çalışmadım.

Çaydanlıktaki kireç nasıl temizlenir?

Önce çaydanlık suyla doldurulur ve üstüne demlik konur. Sonra ocak yakılır. Ve sonra film izlenmeye başlanır. Filmin bilmem kaçınçıncı dakikasında "ulan ben çay demleyecetim di mi?" Diyerek mutfağa koşulur. Fakat su kaynaya kaynaya yarıya indiğinden tekrar su doldurulur, kaynamaya bırakılır. Ve filme devam edilir. Yine filmin bilmem kaçıncı dakikasında, "Hassiktir ya ben çay demleyecektim" Diyerek mutfağa koşulur. Ve yine su kaynayarak bitmiş olduğundan üzerine su eklenir. Ama bu sefer daha temkinli davranılarak film seyredilmez. Bari bi şeyler yazayım lan denir. Yazı uzun sürer. Bir müddet sonra ocakta su kaynamakta olduğu hatırlanır. Ve mutfağa koşulur. Bu sefer su tamamen bitmiştir. Bir takım küfürler edildikten sonra tekrar çaydanlığa su doldurulur. Ve yazıya devam edilir. Aradan bir müddet daha geçer. Bir yanık kokusu duyulur. "Hassiktir" Denilerek mutfağa koşulur.

29 Aralık 2010 Çarşamba

İnanç mı bilinç mi?


İnanç, bir çok insana göre dört elle sarılmamız gereken bir olgu. Hatta bunun için hayvanları örnek göstererek, içgüdüleriyle doğada hayatta kalabilmelerinden bile bahsedir. Lâkin insan türü yaşam tarzında hayvanlara fark atmıştır. Ve bunu sadece içgüdüleriyle yaptığını söylemek açıkcası biraz tuhaf olur. Çünkü hayatımızı kolaylaştıran araç ve gereçler araştırmalar neticesinde ortaya çıkmış bilimsel çalışmalardır. Tabii ki bu yolda içgüdülerden faydalanılmıştır. Ama kesin bir gerçek vardır ki o da medeniyetin bilinç ile geliştiğidir.

Şüphesiz ki daha iyi bir yaşam yolunda en gerekli şey eğitimdir. Ve eğitim inançla sağlanmaz. Tabii burada inanç derken sadece tanrıya inanıp inanmama durumundan bahsetmiyorum. Ama en genelde inanç kavramı bütün konularda insana bilincini kaybettirmektedir. Çünkü insanlar bilmedikleri şeylere inanırlar. Ve bu inanç onlara kendilerini daha rahat hissettirir. Bilinç ise çoğu zaman insanı rahatsız eder. Çünkü sürekli olarak kafa kurcalar ve karıştırır. Lâkin şu unutmamalıdır ki rahatlayan beyin kaybolur gider. Çünkü çalışmasını gerektirecek bir neden yoktur. Ve çalışmayan organlar hem kısa vadede hemde evrim sürecinde zamanla işlevlerini kaybederler.

28 Aralık 2010 Salı

Çizgi roman kültürü ve televizyon


Popeye'ye temel reis deniyor Türkçe'de. Muhtemelen popeye kelimesinin türkçe'de popoya (yani göte) gibi algınalacağından korkan bir hıyar tarafından böyle aktarılmış dilimize.

Yıllar önce 1930 lardaki amerika'nın durumunu, mafyanın nasıl yükseldiğini ve Al capon'un hayatını anlatan bir kitap okumuştum. Epeyce kalın bir kitaptı. O andan sonra popeye hakkındaki düşüncelerim tamamen değişti diyebilirim. Çünkü şöyle bir analiz yaptım; Safinaz (olive oyl) açıkca ifade edebilirim ki tam bir orospu ruhuna sahip. Temel reis ile kaba sakal arasında gidip gelen, hangisi işine gelirse onun yanında olan bir kişilik. İşte bu tam olarak 1930 larda ekonomik kriz yaşayan Amerikan kadınının kişilik yapısı. Zaten çizgi romanda bu tarihlerde ortaya çıkmış. Muhtemelen stoklardaki ıspanağın eriltilmesine de yardımcı olmuştur. Sosyolojik açıdan incelediğinde çizgi filmde ahlaksızlık ve vahşet diz boyu (kabasakal'ın nasıl bir tip olduğunu hatırlayın)

Ayrıca ıspanağın sanıldığı kadar besleyici değeri olmadığını bugünkü beslenme uzmanları açıklamış durumda. Yani zamanında ıspanağın bu denli yüceltilmiş olması tamamen o günki bilim adamlarının ölçüm yaparken sayıların arasına virgülü yanlış yere koymalarından kaynaklanıyor.

Bir de tabii kabasakal kendi doğal gücüyle dövüşürken, temel reis doping takviyesiyle ancak yenebiliyor kabasakal'ı. Bu bakımdan temel reis'in hakkıyla kazandığı söylenemez. Ve kabasakal denen salağın da ıspanak yemek hiç aklına gelmez nedense.

27 Aralık 2010 Pazartesi

Kahramanlık felsefesi

Masallarla bilinç altımıza kazınan bu kahramanlık düşüncesi zamanla daha da gelişmiş ve insanları gerçekten bir "Seçilmiş kişi"nin var olduğuna inandırmıştır. Hiç bir masalda ya da mitolojide insanların top yekün bilinçlendiği ve kişilerin birey seviyesine ulaşıp medeni bir toplum olduğundan bahsedilmez. Sürekli olarak birinin gelip ezilen insanları kurtaracağından bahsedilir. Üstelik bazı modern kahramanlar da oldukça salakça işlerle uğraşan kelimenin tam anlamıyla "denyo" karakterlerdir.

Sanırım buna en iyi örnek olarak Superman gösterilebilir. Mesela geçenlerde ilk çevrilmiş filmini seyrettim de, herif gitti kendi halinde hırsızlık yapmakta olan birini yakalayıp polise teslim etti. Ondan sonra gitti, küçük bir kızın kedisi ağaçta kalmış, onu kurtarıp kıza verdi. İşte böyle antik kuntik işlerle uğraşan mal bir kahraman. Ulan hıyarağası, senin ülken (Hatta onun ülkesi bile değil. Çünkü herif uzaylı) silah satıp savaş çıkartıyor, oraya buraya gidip özgürlük ve demokrasi getirecez diye milyonlarca insan öldürüyor. terörist gruplar oluşturup destek veriyor. Uyuşturcu ticaretini yönetiyor. Gidip bu mevzulara yoğunlaşsana salaaaak. Üstelik de bütün dünyayı yok edebilecek bir güce sahipken ve son derece zeki biriyken nasıl oluyor da evrensel düşünemiyorsun. Böyle saçma salak işlerle uğraşıp duruyorsun. Baban seni Amerika'ya hizmet et diye mi gönderdi dünyaya mal herif!

Param olsa her şeyi alırım lan




Bir erkeğin benim gibi olması bir çok insana garip gelebilir. Ama ben alışveriş merkezlerini çok seviyorum. Alışveriş yapmayı da çok seviyorum. Ne zaman moralim bozulsa, canım sıkılsa mutlaka gider kendime hiç ihtiyacım olmasa bile bir şeyler alırım. Ve inanın keyfim yerine gelir. Mesela 20 çift ayakkabım olmasına rağmen geçenlerde gittim kendime şu dağcıların giydiği botlardan aldım. Ha onlarla birlikte uymadım tabii. Ama nedense ayakkabıların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Belkide yere hep sağlam basma isteğinden kaynaklanıyordur kim bilir. Ama şöyle bir şey var ki, eğer peşime bir tezgahtar takıldıysa anında uzaklaşıyorum oradan. Lan denyo satıcı, sana mı kaldı benim ne alacağım? bırakta rahat rahat beğeneyim ne istiyorsam. ne bok yemeye üç kuruşluk aklınla bana olmadık şeyler kaktırmaya çalışıyorsun?

25 Aralık 2010 Cumartesi

Kötülüğün kaynağı

Yaşamak için tabii ki cenneti seçerdik. Ama kesin orada canımız sıkılırdı. Ve sanırım en güzeli cennette yaşarken cehennemi seyretmek olurdu. Düşünsenize, kafirler cehennemde cayır cayır yanarken biz zevk-ü sefa içinde olan biteni seyrederken halimize şükrederdik.

Zaten bunun bir benzerini günlük hayatımızda da yapmıyor muyuz? Amerika, Irak'ı hunharca bombalarken biz bu manzarayı havai fişek gösterisi gibi televizyonlardan seyretmedik mi? Yine 1994 de, Fransa ve Belçika'dan destek alan hutu kabilesinin, palalarla, çoluk çocuk demeden 3 ay boyunca 1 milyon tutsi'yi katlettiğini, canlı canlı keserek, caddelerdeki insan cesetlerinin üzerinde tepinerek çılgınlar gibi kutladıklarını da rahat koltuklarımızda oturuken ve çayımızı yudumlarken görmedik mi?

24 Aralık 2010 Cuma

Vampir kız Frankeştayn kıza karşı


Manga ve hentai hastası olduğum için değil, sadece sevilesi insanlar oldukları için seviyorum Japonları.

Bir de şu var ki Japonya da bulunduğum 4-5 aylık süre zarfında bana prensmişim gibi davranmalarının etkisi olmadı da değil hani. Açıkcası haklarında söyleyebileceğim tek kötü şey, saçma sapan bir moda anlayışları olduğu ki bu da beni hiç ırgalamıyor zaten.

Şöyle bir özelliği var Japonların, ne yaparlarsa yapsınlar dibine kadar yapıyor herifler. Ve tabii kadınlar da. Örneğin "Ghost in the shell" şimdiye dek izlediğim en harika animasyon filmiydi. Bu filme sadece animasyon demek haksızlık olur. Çünkü devam niteliğinde olan "Innocence" ile baştan sona felsefe içeriyor. Tabii bu örnekler çoğaltılabilir. Demek istediğim her şeyi dibine kadar yaptıklarından, iyinin de, kötünün de, yanlışın da, doğrunun da, merhametin de, vahşetin de, sanatın da, bilimin de en uç noktasındalar. Mesela bu yazının üstündeki filmde herifler saçmalığın doruk noktasındalar. Sanırım bundan daha ilerisi olamazdı.^_^

Filmin tamamını seyretmek isteyen varsa torrent dosyasını buradan bulabilir.

Yönetmenler: Yoshihiro Nishimura, Naoyuki Tomomatsu
Yazarlar: Naoyuki Tomomatsu (screenplay), Shungiku Uchida
Oyuncular: Yukie Kawamura, Takumi Saitô and Eri Otoguro

Geri zekalı

Öncelikle herkesi rahatsız edecek bir tanımlamayla başlayayım:
Bana göre, konu ne olursa olsun sorgusuz sualsiz söylenen her şeye hiç araştırmadan ve bilmeden inanan herkes geri zekalıdır. Tabii bunu sadece geri zekalılık diye adlandırmakta pek doğru değil. Çünkü işin içinde tembellikte var.

Bir insan belirli bir yaşa kadar -ki bu yaş 12 falan oluyor- öğrenmenin yolunu öğrenememişse eğer, bir daha yeni şeyler öğrenmesi çok zor. Eğitim siztemimizin de ezberciliğe dayandığı ve öğretmenlerin de gayet cahil olduğu düşünülecek olursa oldukça vahim bir tablo çıkıyor karşımıza. Tabii ki eğitimsiz olmakla geri zekalı olmak aynı şey değil. Ama zaten sorun, fiziksel sorunlar sebebiyle geri zekalı olanlar değil. Bu insanların kimseye bir zararı yok aslında.

22 Aralık 2010 Çarşamba

Felis domesticus

Halk arasında nakörlüğü ile tanınan dünyanın en komik hayvanıdır. Ne zaman çok bunalsam, ya bir kediyle oynarım ya da komik kedi videolarını seyrederim. Çok meraklı olduklarından olmayacak atraksiyonlara girişirler. Sizi güldürürler.

Nankörlüğüne gelince, bu tanım her zaman bana çok saçma gelmiştir. Yani insana has bir duygunun masum bir hayvana yüklenmesi açıkcası cahilce bir ifade diye düşünüyorum. Tabii bir de bencil insanın hükmetme gibi bir dürtüsünden de kaynaklanıyor olabilir. Çünkü kediye hükmedemezsiniz. Şayet bir canlıyı sevecekseniz ya olduğu gibi seversiniz ya da sevmezsiniz. Değiştirmeye kalkmak olmaz.

Burç şeysi

Ben burçlara inanmam. Ama mesela başak burcu diye bir burç var ki, bu burçta doğmuş insanlara sığır sikiyle dalasım geliyor. Yav arkadaş bu insanlar nasıl oluyor da böyle ukala, kendini beğenmiş, alıngan, karamsar, sinirli, sabit fikirli, kaprisli, tertip düzen hastası, huzursuz, mızmız ve takıntılı oluyorlar. Hani derler ya, bu dünya bir sınav yeri diye. İşte sanırım insanlık bu başak burcunda doğanlarla sınanıyor. Kendilerinin ve çevrelerindeki herkesin hayatını zorlaştırmak için varlar sanki.

Diğer burçlarla bir alıp vermediğim yok. En azından başaklar kadar. Ama endişe etmeyin çünkü 23 Ağustos – 22 Eylül tarih aralığını yok edip, bütün insanlığı huzura kavuşturmak için yaptığım kuantum fiziği çalışmalarım devam ediyor. Aslında ilk hedefim merkür gezegenini yok etmekti ama baktım ki o merkür aynı zamanda benim de gezegenim oluyor. Sonra vazgeçtim.

21 Aralık 2010 Salı

hayatın anlamı nedir?























Eşşeğin zikidir efenim .ツ

Bence hayatın anlamı, hayatın anlamını sorgulamadan, sadece hayatı yaşamaktır. Lakin yaşamayı bilmek için biraz da olsa hayatın anlamını sorgulamak gerekir. (ne dedim lan ben) Neyse işte. Demem şu ki, insanlar sürekli kendilerine böyle kocaman kocaman sorular soruyorlar. Ve sonra da o sorulara akılla mantıkla alakasız uhrevi cevaplar bularak kendilerini rahatlatıyorlar. Bir kere yanlış soruları sorarsanız doğru cevapları bulmanız mümkün değildir. Hayatta cevaplardan daha önemli olan şey sorulardır. Mesela, "Siyah neden beyaz değildir?" gibi bir soru yanlış bir sorudur. Bu sorunun, delinin kuyuya attığı taştan hiç bir farkı da yoktur. Ama insanlar daha a'yı b'yi öğrenmeden felsefe yapmaya çalıştıklarından illa ki de o taşı kuyudan çıkarma hevesindeler.

Zaten en başında hayatı bir soru olarak algılamak en büyük yanlışlardan biridir. Çünkü hayat bir soru değil, bir cevaptır. Evrenin sırrını çözmek bizi nasıl bir duruma sokar diye hiç düşündünüz mü acaba? Bütün soruların cevaplandığı bir evrende yaşamak çok sıkıcı olurdu kanaatinde olduğum kanaatindeyim.

Ben de Türk olduğuma göre bunu çalabilirim diye düşündüm

20 Aralık 2010 Pazartesi

Alo 183 şiddet hattı


Aile içi şiddeti önlemek için kurulmuş bir servis. Bence gerçekten de çok yararlı. 183'ü arayıp alo diyorsunuz. "Ben çok sinirlendim. Hemen sakinleşmem lazım" Diyorsunuz. Size bir kurban gönderiyorlar. Hepsinin farklı fiyatları var. Mesela yaşlılar çok ucuz. Ama işkence yaparken ölüp elinizde kalma ihtimalleri yüksek. En iyisi genç kurbanlar. Onlar epeyce dayanıklı oluyorlar. Şayet işkence için bakire kız isterseniz en pahalısı onlar oluyor. Yani böyle değişik bir sürü seçenek var. Eğer kurbanı az hasarla geri gönderirseniz bir daha ki sefere size indirim yapıyorlar falan. Elinizde yeterli işkence aletleri yoksa kurban, verdiğiniz siparişe göre size çok hijyenik işkence edevatları getiriyor.

Kısacası çok yararlı güzel bir servis. Hemen arayın 1 senelik abonelik indiriminden yararlanın. Bu sayede toplumda gereksiz şiddet önlenmiş oluyor. Bir sübap vezifesi görüyor. Ve fakir fukaraya da bir kazanç kapısı açılmış oluyor.

19 Aralık 2010 Pazar

When i was drunk

Vakti zamanında şuursuz jack daniels tertibi neticesinde şöyle bir şey çalmıştım. Buraya ekleştireyim dedim.

Stalin'in Tavuğu


Türk insanının şu an içinde bulunduğu aymazlığa çok iyi örnek olacağından bu hikayeyi seçtim. Buyrun okuyun.

Stalin bir gün etrafındaki devlet komuta kademesi üyeleri ile oturup sohbet edip votka çekerken yanındakilere soruyor; "Söyleyin bakalım halkın yönetime baş eğmesi,kayıtsız şartsız itaat etmesi için yöneticiler ne yapmalı, nasıl davranmalıdır?"

Her kafadan bir ses çıkıyor,kanundan nizamdan,idamdan,sehpadan,hak
ve hukuktan dem vuruluyor. Stalin dayanamıyor ve onlara "bekleyin beyinsizler" diyor;
Hemen hizmetçiye çağırıp "Çabuk bana bir tavuk getirin..." diyeemrediyor.

Aceleyle getirilen tavuğu zaten kafası iyice dumanlanmış Stalin alıyor ve adamlarının gözleri önünde tavuğun tüylerini tek tek canlı canlı yolmaya başlıyor.Tüm tüyleri yolunan tavuğu odanın ortasına salıveriyor ve "seyredin" diyor Stalin.

Mustafa KEMAL ATATÜRK

Şimdi efenim Mustafa Kemal çok renkli ve bir çok konuda yardırmış bir dahi olarak, bu ülkenin ümmeti muhammed temelleri üzerine kurulduğunu sanan cahil yurdum insanına 10 gömlek büyük gelmiş bir şahsiyettir. Atatürk'ün bu millete giydirdiği gömlek yine 10 numara büyük geldiğinden çıkarıp atıyor ve cüppe peşinde koşuyor.

Aslında bu duruma pek de şaşırmamak lazım. Çünkü batı (dış mihraklar dediğimiz şey) 1. dünya savaşından beri türkiye ile uğraşıyor. Mesela Atatürk öldükten sonra daha 8 sene falan geçmişti ki, onun kapattığı tekke ve zaviyelerin hepsi açıldı, Atatürk heykelleri yıkılmaya ve ortalık din iman elden gidiyor diye bağırmaya başlayan yobazlarla dolup taşmaya başlamıştı. (Menderes döneminde oluyor bunlar)

Bugün bakıyoruz yine aynı manzara. Emperyalist ülkelerin türklere uyguladığı "Şuursuzlaştırma politikası" neticesinde dine ağırlık verildi ve dil yozlaştırılmaya başlandı. Çünkü bir ulusu çökertmenin en iyi yolu budur. İnsanların çevresinde toplandığı milli değerlere saldıracaksın ve eleştiri adı altında psikolojik savaş yürüteceksin.

Doğrularımız ne kadar doğru?

İki nokta arasındaki en kısa mesafeye doğru deniyor. Bu teknik bir açıklama. Ve bu açıklamaya göre doğru kavramını yaşama endekslersek, sonuca ulaşmak için en kısa yolu kullanmak anlamına da gelebilir. Ama batı kültüründe amaca ulaşmak için her yol mübahken, doğu kültüründe (doğu derken araplardan bahsetmiyorum) hedefe ulaşmaktan ziyade gittiğin yol önemlidir.

Benim hayat felsefem ve genel olarak fikrim de gidilen yolun önemli olduğudur. Çünkü sosyal ilişkiler iki nokta arasındaki en kısa mesafeye göre şekillenecek basit şeyler değillerdir. Ama vahşi kapitalizm ve popüler kültürün bize öğrettiği, gemiyi kıyıya yanaştımanın önemli olduğudur. Bu yüzden bu sistem içinde birilerinin üzerine basmadan bir yerlere gelmek mümkün değildir. Ancak hedeflediğimiz şeyler gerçekten de uğruna her şeyi ezip geçmemizi gerektirecek kadar değerli midir o tartışılır.

İnsanlar ne kadar az düşünürlerse, o kadar çok konuşurlar

Bu lafı Montesqieu demiş.

Ama halt etmiş açıkcası. Çünkü hiç bir şey şu şudur, bu budur diye kesin yargılarla kategorize edilemez. Her şeyin bir şeysi vardır lan.

Az düşünen adam çok konuşuyor olabilir
Az düşünen adam hiç konuşmuyor olabilir
Az düşünen adam ihtiyacı olduğunda konuşuyor olabilir
Az düşünen adam bazen çok konuşuyor, bazen az konuşuyor olabilir
Çok düşünen adam çok konuşuyor olabilir
Çok düşünen adam hiç konuşmuyor olabilir
Çok düşünen adam ihtiyacı olduğunda konuşuyor olabilir
Çok düşünen adam bazen çok konuşuyor, bazen az konuşuyor olabilir
Çok düşünen adam boş düşünüyor olabilir
Az düşünen adam kısa sürede çok düşünüyor olabilir


Cehalet Ve Mutluluk İlişkisi


Hiç çikolata yememiş biri tabiiki çikolatanın eksikliğini hissetmeyecektir. Bu bağlamda bilgi sahibi olmayan insanda bilginin değerini bilemez. Tbii ki aynı zamanda sıkıntı da getirebilir. Yani öğrendikçe kazandığımız faydalı bilgilerin yanında rahatsızlık verici şeylerde öğreniriz. Dünyada olup biten onca berbat insanlık dışı olayları bilmek, ister istemez insanı mutsuz edecektir. Ama öğrendiğimiz şeyler aynı zamanda analiz yeteneğimizi ve ufkumuzuda geliştireceğinden bununla başa çıkmayıda öğrenebiliriz.

Saf mutluluk çocuklar için geçerlidir ve bunun kaynağıda sorumsuzluk duygusudur (daha doğrusu duygusuzluğu) Ama sorumsuzluk yanı sıra cehaletide getirdiğinden sakıncalıdır. Çünkü cahil insan bilinçsiz olarak kendi ve çevresindeki insanlar için rahatsız edici olabilir.

Tavşan Deliğinde Ne Kadar Derine İnersiniz?


İşte en önemli sorulardan biri budur. kimi o deliği görür görmez kaçar, kimi göremez bile, kimi şöyle bir bakar. Ve haa! der devam eder, kimi yarıya kadar iner sonra korkar. Ve dışarı çıkar, Kimiyse dibine kadar devam eder.

Alice in wonderland'ı okuyan herkes bilir. O tavşan deliğini. Alice çok meraklı olduğu için düşmüştü o deliğe. Bir çoğu bunu bir çocuk masalı sanabilir. Ama gerçekte büyükler için bir masaldır. Aslında tam emin değilim belkide gerçekten çocuklar içindir. Çünkü yetişkinler kendi yarattıkları labirentin içinde dolanır duruken, verilen mesajın o kalıplar içinde olmadığını anlayamazlar bile. Ama çocuklar toplumun matıksız bilgi kalıplarına henüz girmediğinden, anlatılmak isteneni daha objektif değerlendirecekler ve mesajı alabileceklerdir. Matrix'te de geçer aynı konu. Kırmızı hapı alan neo gerçeği idrak etmekte oldukça zorlanmıştı hatırlarsanız.

Yeni Dünya Düzeninde Düzen Düzene

Yeni dünya düzeninin amacı büyük devletleri, ulus devletleri küçük parçalara ayırarak, sözü geçecek bir güç olmaktan uzaklaştırmak. Bunu yaparken de her türlü mikro etnik yapıyı kullanmaktır. Devletleri oluşturan toplumların kültürlerini, aksanlarını, din veya mezhep farlılıklarını kullanarak kendi içlerinde bölmek ve bölünmüş bir ülke yaratmak birinci amaçtır. Daha sonrasında fakirleştirilen ve devlete karşı güvenlerini kaybederek devlete düşman edilen vatandaşlar yine kendi devletlerine karşı kullanılacaktır.
Günümüzde dünyayı yöneten uluslararası güçler, iki kutuplu dünyanın sona ermesinden ve ABD'nin dünya jandarması rolünü üstlenmesinden sonra küreselleşme ya da yeni dünya düzeni adı altında dünyanın yeniden şekillendirilmesine çalışıyorlar. ABD karşısında güç olmaya çabalayan AB aslında aynı güçlerin amaçlarının gerçekleştirilmesi için çabalıyor. Birbirilerinin rakibi olan bu güçler aslında sıra paylaşıma geldiğinde gayet güzel anlaşabiliyorlar. ABD’nin kuzey Irak'ta kendi güdümünde piyon bir kürdistan devleti kurma çabalarına karşılık olarak, AB (Almanya ve Fransa) ise ülkemizin güney doğusunda aynı oluşumu hayata geçirmek için ellerinden geleni esirgemiyorlar. Madamın kürt severliği ve almanya’nın ülkemize sattığı bazı askeri gereçleri, pkk’ya karşı kullanmamıza razı olmamamsının altında yatan gerçek budur.

Neden Çamur?

Atalarımız hayatın temel ihtiyacı olan su ve toprağa özel bir önem vermişlerdi. Aslında haksız da sayılmazlardı. Çünkü su ve toprak birleşince her yer yeşeriyor ve hayat veriyordu. Su ve toprak birleşince çamur oluyor ev yapılıyordu, çanak çömlek yapılıp içinde yemek pişiyordu. Zaten günümüze kadar gelen en büyük efsaneler dicle, fırat, nil gibi sulak ve bol çamurlu bölgelerden çıkmıştır. Bu sebeple tanrının insanı çamurdan yarattığı düşüncesi binlerce yıl önceki insanların çamura olan şükran borçlarıdır. Çünkü çamurun hayat kaynağı olduğunu gördüklerinden tanrının da insanı çamurdan yarattığı gibi bir inanışları olması doğaldır.

Osmanlıda Sanat


Konuya direkt dalmadan önce biraz sanatın ne olduğundan bahsetmekte fayda var. Ama daha da öncesinde sanatın kimin için yapıldığı önem arz ediyor. Bu konudaki tartışmalar yıllardır süredursun, ben sanattan ne anladığımı anlatayım,

Tabii ki sanat, insan içindir. Ama toplum için değildir. Toplum için yapılan sanat popüler kütürdür. Ve herhangi kalite kaygısı gözetmez. Sanat yapan kişi bu işi sadece kendisi için yapar. Bu durumda da bir kalite kaygısı yoktur. Lakin para kazanma kaygısı da olmadığından dolayı kalite kendiliğinden ortaya çıkar. Tabii buna göre "sanat, sanat için midir, yoksa insan için midir?" sorusuna istinaden, evet insan içindir denilebilir. Ama ayrıma dikkat edelim, her insan için değildir. Sadece onu yapan insan içindir. Şayet yaptığı şey kaliteliyse bunu zaman belirleyecek. Ve tarihte ne kadar uzun süre kaldığıyle eş değer olarak kalitesi yükselecektir.