22 Aralık 2010 Çarşamba

Felis domesticus

Halk arasında nakörlüğü ile tanınan dünyanın en komik hayvanıdır. Ne zaman çok bunalsam, ya bir kediyle oynarım ya da komik kedi videolarını seyrederim. Çok meraklı olduklarından olmayacak atraksiyonlara girişirler. Sizi güldürürler.

Nankörlüğüne gelince, bu tanım her zaman bana çok saçma gelmiştir. Yani insana has bir duygunun masum bir hayvana yüklenmesi açıkcası cahilce bir ifade diye düşünüyorum. Tabii bir de bencil insanın hükmetme gibi bir dürtüsünden de kaynaklanıyor olabilir. Çünkü kediye hükmedemezsiniz. Şayet bir canlıyı sevecekseniz ya olduğu gibi seversiniz ya da sevmezsiniz. Değiştirmeye kalkmak olmaz.


Tanrılaştırıldıkları günlerdeki anılarını genlerinde taşıyor olmaları gerek. Çünkü asaletlerini kaybetmeden, hep mağrurdurlar. Ben kedileri kadınlara çok benzetirim. karakter olarak tıpatıp aynıdırlar. İkiside zarif ve estetiktir. Bencildir, konformisttir. Ama güzeldir. Zaten ben kediyi seviyorum diye kedi de beni sevmek zorunda ya da köpek gibi yalakalık yapıp sadık kalmak zorunda değil. Çünkü kişiliği o değil. Onun sizin için ne düşündüğü değildir önemli olan. Sizi mutlu edip etmediğidir. Hiç bir şey yapmadan öyle biblo gibi dursalar bile yine de iyidir.

Eve ilk geldiğinde minicik bir tüy yumağı annesinden yeni ayrılmış olmanın etkisiyle, bulduğu yumuşak şeyleri uzun süre emer. Üzülürsünüz. Gün geçtikçe de ortama alışarak her türlü soytarılığı yapar. Ve evdeki herkesi kendine bağlar. Artık ondan ayrı olduğunuz zamanlarda bile sık sık aklınıza gelir. Dışarı ilk çıktığı anlarda çevredeki köpeklerden korumaya çalışırsınız. Aradan biraz daha zaman geçer kediniz büyür. Ve artık eskisi kadar çok hoplayıp zıplamamaktadır. Sürekli uyumaya başlar. Daha az yemek yer. "acaba bir derdi mi var?" diye endişelenirsiniz. Ve alternatif yiyecekler bulmaya çalışırsınız. Ama zamanla anlarsınız ki hasta falan değildir. Sadece kendini beğenmiş tembel bir şımarıktır.

Sanırım kedisi olan bir çok insan yaşamıştır bunu. Bir gün ansızın yok oluverir. Belki bir ay belkide 1 hafta ortalarda görünmez. Bu süre zarfında aklınıza binbir türlü şey gelir. Ve özlemle onu ararsınız. Ama bir gün hiç beklemediğiniz bir anda evin yakınlarında belirir. Ve sizi görür görmez üzerinize doğru koşar. Berbat haldedir. Ama kendine gelmesi uzun sürmez. Eski saray hayatına devam eder. O ister siz yaparsınız, siz istersiniz ama o hiç bir şey yapmaz.

Ama yine bir gün kaybolduğunda onu bulduğunuz yer bodrumda bir köşe olur. Cesedi kaskatı kesilmiştir. Karşı koysanız bile ister istemez gözleriniz dolar. Her kedi gibi asilce yalnız başına ölüp gitmiştir.

Aklıma Freud'un ölümle ilgili yaptığı bir yorum geliyor. "Ölenin ardından üzülmek, aslında insanın kendisi için üzülmesidir" der Freud. Çünkü ölen ölmüştür ve onun için yapacak bir şey yoktur artık. Üzüntünün asıl sebebi bencilliktir. "Şimdi ben onsuz ne yaparım" düşüncesidir aslında. Yani gerçekte kendiniz için üzülmektesinizdir. Peki bu açıklama üzüntüyü hafifletir mi? Tabii ki hayır. Belki tam tersine daha da can sıkar. Ama en azından benim aldığım mesaj, öleni badem gözlü yapmak değil, yaşayana iyi davranmaktır. Bu sebeple yanımdaki insanları elimden geldiğince mutlu etmeye çalışırım. Bir önceki "Burç şeysi"nde anlattığım gibi başak burcuna benzemem.(:

"Lan kediden bahsediyorduk buraya nasıl geldik" diye düşünebilirsiniz. Ama ne yalan söyleyeyim, ben kedilere, insan şekline sahip bir çok canlıdan daha fazla değer veririm. Tabii bir de insan şekline sahip olmak insan olmak için yeterli midir? gibi bir soru var. Ama onu da başka zaman yazarım artık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

T.C kanunlarına aykırı, ya da hakaret içeren yorumlar yayınlanmayacaktır. Akıllı olun!